Sıcak bir
bahar akşamıydı. Hava hafiften rüzgarlıydı. Ağacın rüzgarla sevişirken
çıkardığı sesleri duyuyordu Akif. Sonrada diyordu içinden; “Ne oldu?”.
Akif 26
yaşındaydı. Bir çok şey geçmişti başından. Ayaklarının önüne bir iskemle çekti.
Ayaklarını iskemlenin üzerine koydu. Koltuğa yaslandı. Gözlerini kapadı.
Akif
düşünüyordu. Ben daha dün haksızlıklara karşı gelen biriydim. Mantıklı olmayan
ayıptı benim için şimdi ne oldu da girdim ben bu basit hayata.Neden sustum.
Akif daldı. Belki o bir saat uyudu ama rüyasında tüm hayatı geçti aklından.
İlk olarak
gördüğünde sokaktaydı Akif. Ayakları çıplak ve yeni dökülen ziftin üzerinde
yürüyordu bağırışların arasında Akif. O zaman yıl 1998’di ve Akif henüz 4
yaşındaydı. Bu yüzden aldırmıyordu bağırmalara Akif eğeniyordu ayaklarını öyle
görünce. Sonra bir an gözü kararır Küçük Akif’in başı döner ve düşer ziftin
üstüne, yüzünde o karayı görünce korkar, başlar ağlamaya. Etraftakiler ona
güldükçe, o inatla ağlar. Çok korkuyordu çünkü Akif. Ardından annesi gelir
Akif’in ağlarkan birde annesi döver onu, bilir yanlış yaptığını fakat ağlar canı
yanmaz sadece korku ağlatır onu.
Akif
düşünür uykusunda ne kadarda rahatmış o zaman duygu yok hiç, aşk yok, sevgide
yook, bağlanmakta. Sadece eğlence var o zaman ve korku ve incinme. Akif istemezdi
belki büyümeyi ona o zaman sorulsa. Fakat öyle bir şeyki zaman ne durmak bilir
ne de duraksamak. Sürekli akar gider. Zaman, asla durmayacak bir trendir
aslında. Makinisti yok yolun rayın sonu da yok sürekli gider ve bizde içindeyiz
trenin, onunla gideriz sürekli cesaret edebilirsek atlamaya zamanın içinden
çıkmaya; “Ölürüz.”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bunun hakkındaki düşüncenizi paylaşır mısın? :)