31 Ağustos 2012 Cuma

Bugünlere Kalan Ne?


Biz insanlar her anın tadını çıkarmaya meyilliyiz. Acaba yarın ne olacak diye düşünmeyiz.  Kendi kurgularımızla yaşar gideriz. Her birimizin bir penceresi var kimi sonuna kadar açmış hep hüzünlü, kimi var kapamış penceresini kendini sorunlardan soyutlamış kurgularıyla mutluluk içinde… Bazılarımızsa(ne yazık ki pek az) mutlu olması gerektiğinde mutlu hüzünlü olması gerekince hüzünlü gerçeklerini görüyor istediklerini düşlüyor. Olmamız gereken bu ama nedense olamıyoruz bir türlü, ya benim gibi kurgucu ya da bazıları gibi karamsar.

Hepimizin var bir hayatı kimimiz bugünü için yaşıyor kimisi yarın için, yaşı gelenlerimizse hayatı dünde bırakmışlar ve oturmuşlar evde bugünü, yarını için yaşayanları bekliyorlar. Hayatın en güzel dönemi o sanırım belki de en sıkıcı tabi yaşamadan bilinmez. Bu konuda insanlar da bir gruplama yapılabilir aslında, her konuda gruplayıp sınıf sınıf ayırdık zaten insanları bizler. Kendimi referans alırsam ben maalesef ki bugünü için yaşayan insan sınıfında kalıyorum, düşününce yarınımı bilemiyorum yarınımı bilmek içinse yaptığım bir şey yok. Bir başka düşünce dünde ben bugünü düşünmeden yaşadım ve şuan iyi bir durumdayım. Acaba şimdi yarınımı düşünmenin bir anlamı var mı diyorum. Bir yanım yok diyor bir yanım buna gençlik denir diyor. Sonra başlıyor bir çatışma sen gençsin zaten diyor biri öteki hep genç kalmayacaksın ya diyor şaşırıyorum bazen duruluyorum düşünüyorum iyi olacağım iyi biri sonra hepsi geçiyor, yine bırakıyorum kendimi hayatın boşluğuna ve bu iç çatışmalar devam edip gidiyor...

Bazense seviyoruz birilerini ve buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz, sevmek hayatımızın en önemli kısmını oluşturuyor bir süre boyunca ardından ayrılıyoruz kimimiz benim gibi hemen unutup gidiyor. Kimimiz ise sanki dünya başına yıkılmış gibi abarttıkça abartıyor. Kötü olansa ardından arabesk rap dinlemeleri yok mu? İnsanın içi dışına çıkıyor yakın arkadaşıysa. Onu, o zaman sevmenin gerçekliği kadar, ayrılığın gerçekliğine inandırmamız gerekiyor ama o sabittir, aptaldır. O, o zaman o anı için yaşar, yarına bırakacağını düşünmez, onun kusuru, sadece duygularını aşırı derecede yaşamaktır, derdi ise arkadaşlarına kalır, demem o ki; ayrılırsan bitmiştir, onu düşünmenin üzülmenin bir anlamı yoktur. O, dündür. Tecrübedir. Yarına bir ışıktır, o. Sen bugünü yaşa yarına bak.

Ardındansa kendimizi yalnızlıkla kandırıyoruz sanki herkes gitmiş bir başımıza kalmışız hayatta, gerçi bir zamandan sonra bunu pek yapmıyoruz en çok ergenlikte oluyor bu olay. İnsanlardan kendimizi soyutlayıp bir başımıza yaşıyor imajı veriyoruz. İstediğimiz insanlardan uzak olma ama lafı geldiğinde bundan pek bir şikâyetçi oluruz, yalnızlıktan.

Neyse artık bildiğiniz gibi yazmanın bir sonu yok. Anlatmak istediğim şey başlıktı zaten üç kelimelik soru 400 kelimelik cevap. Bu yüzden bu yazımı burada noktalıyorum. Diğer yazılarımda görüşmek üzere…

Ben küçükken;



Merhaba arkadaşlar! Bu yazımda sizlere küçüklüğümden birkaç anıdan bahsetmek istiyorum. Baya uzun olduğu için nerden başlayacağımı bilmiyorum. Ama başlamak şart dimi?

Ben bi köy çocuğuydum. Gerçi hala ben bir köy çocuğuyum. Biz küçükken her yaşıtımız gibi misket(bizim orda koç derler hatta goç derler), taso, yerden yüksek filan oynardık. Tabi evrensel spor olan futbolu söylememek olmaz. Biz ayrıca çokta atari oynardık. Atariden bir çok hatıralarım var mesela bunlardan biri bi gün oyun oynarken tuvaletim geldi fakat oyunu bırakıp gitmedim ve altıma yaptım sonra annem bi güzel dövdü onu hiç unutamam. Ataride en çok Super Mario, Double Dragon, Mortal Combat, Street Fighter ve Ninja Kaplumbağları oynardık vee tabi olimpiyatları hatta hiç unutmam bi kere gece saat 3’e kadar babamlar olimpiyatları oynamıştık. Ayrıca bizim dükkanda çalışanlar da gelir oyun oynarlardı Atari tam bi hastalık olmuştu. Heleki Erkan Abi vardı bi Formula 1 oyunu oynardı bu nasıl oynuyo böyle diye hayranlıkla onu izlerdik. Atari oynayabilmek çok önemliydi. Mesela sürekli mortal combatta birbirimizi yenmeye çalışırdık ben her zaman ilk dövüşleri kazanırdım sonraysa hep kaybederdim hele bi tane ezmeli futbol oyunu vardı onda çok sinir olurdum o oyun Uğur abimindi o bize vermişti. Onda hep yenilirdim sinir olurdum kolu filan parçalardım yenilince. 

Sonra tasoya gelecek olursak benim hiç tasom olmazdı ben hep abiminkilerden ve kuzenim Bilal’inkilerden alırdım. Abim çok iyi oynardı köyde herkesi yenerdi. Hatta hiç unutmam evin önünde nevzat abiyle oynamışlardı abim 6 tane tasoyla gitmişti ilkten kaybede kaybede bir tane koydu elinde sonra kazanmaya başladı ve 16 tane tasosu oldu. Sonra bide Bilal isimli kuzenim taso zenginiydi bi poşet dolusu tasosu vardı ve onları amcamın dolbabının kilitli kısmında saklardı. Bizim pokemon tasolarımız vardı ilkten hatta Özlem abla vardı köyde o okuldan gelirken bize taso getirirdi hep onu o yüzden çok severdik biz. Ondan sonra farklı tasolar çıktı Digi-mon tasoları zaten onlarla pek oynamadık biz sevmedik ısınamadık bıraktık o işleri. 

Gelelim misketlere, gerçi ona bizim köyde koç diyorlar bide yöresel ağızla söyleyince goç oluyor o. Biz en çok ondan zevk alırdık. Bir kuyu olurdu toprak bir yerde birde çizgi ilkten kuyunun oradan atardık çizgiye en yakın atan birinci sırada olurdu kuyuya atmak için. Sonra sırayla kuyuya atardık misketi kuyuya sokmak 50 puandı zaten 110 puanda biterdi oyun. O oyunuda en iyi abim oynardı. Hatta yine hiç unutmam okulun önünde talat abiyle bi oyun oynamışlardı goçlarını almıştı abim onun sonrada vememek için kavga etmişti talat abi. 

Ben küçükken böyle televizyonda saçma sapan çocukları robotlaşmaya iten çizgi filmler yoktu. Çocukların mizacını geliştiren hayatında çok önemli yer tutan çizgi filmler vardı. Bunlardan asla unutmayacaklarım; Pokemon, Teletabiler, Maske♥, Ninja Kaplumbağlar onları şimdi yenilediler ve hiç biri eskilerin tadını vermiyor artık geçenlerde bi forumda Pokemonun ilk 3 bölümünü bulup izledim ve gerçekten şimdiki çizgi filmlerin aptallıktan başka bir şey olmadığını anladım. 

Şimdiyse çocuklar o yaşta bilgisayar başında racon kesiyorlar anne babaları desen… neyse bu konuda yorum yapmayayım. Yeni nesil analar babalar gerçekten çocuklarını hiç umursamıyor. İlkokula giden çocuk anasına babasına küfür ediyor. Anneler babalar çocuklarına saygı kelimesinin anlamını anlatmaktan aciz. Bizim eski öğretmenlerimiz vardı adamlar ne büyük kişilermiş bizleri yetiştirdiler. Şimdi işte yok okulda çocuğa vurulmaz yok pisikoloji yok şu yok bu diyerekten başıboş bir nesil yetiştirtiyor. Sonrada gelir başbakan 
dindar nesilden bahseder. Dindar bir nesil için insanlardaki bu başıboşluğu yok etmek lazım ilk önce bunu yapmazsalar zaten bizden doğacak çocukların nasıl olacağını tahmin bile etmek istemiyorum. 

Bizim nesilde sokakta kavga edip dövüş ederlerdi şimdi facebookta küfür yazıyolar. Bu diğer bir sorunumuz olacak zaten insanlar sosyalleşme adı altında asosyal ve sanal bir dünyaya gidiyor ve ne yazıkki bunu durdurmaya kimsenin gücüde yetmeyecek ileride. Facebook’un kullanım oranları bunu tam olarak gözümüze sokuyor. Her geçen yıl insanların facebook kullanım oranları öncekine göre çok büyük artış gösteriyor. 

Sonuç olarak bizim çocukluğumuzda ki kavgalar kardeşlikler yaşam şimdi tamamen bitti iyimser olmak gerekir ama iyi olan bir şey yok bu konuda…